yok...

1
yeşil montlu adam… bekliyor saatlerce aynı sandalyede… sadece et yemeklerine konan kişnişin kuru fasulyeye kattığı ironiye biraz baharatlı diyecek kadar asil... bal rengi gözleri sabah uyanır uyanmaz makineden çıkan kızarmış ekmekte eriyen tereyağıyla karıştırıp zevkin tadına varmaya çağırıyor seni... güldüğünde kaşların altında duran iki ince ballı ekmek dilimi… karışık saçları var… elini içine sokup gezdirme isteği duyuyorsun… adam durgun deniz gibi... dalgaları en dipte arada bir çalkalansa da sabit bakışları aynı devinime ses çıkarmıyor… arada bir taş atıyorsun durgun suya hareket gelsin diye… tedirgin bazen adam… kalp atışını duyabileceğin kadar sessizliğe gömülüyor bazen… dinliyor… var olduğuna bir kanıt da bu belki… dinliyor gibi yapmıyor dinliyor… aynı anda zihninde milyon soru işareti, milyon ne yapacağını bilememe, milyon kaygı var… ama anlıyor…



siyah kazaklı kadın… kadın canlı... kıpır kıpır derinlerde değil dışarıda dalgası… vuruyor hırçınca karşısına ne çıkarsa… koyu kahve gözleri bakıyor öylece… saçlarını toplamış geriye… kimse dokunmasın der gibi… kalbi ağzında atıyor ki bunu belli etmemek için konuşuyor şuursuzca… saatlerce konuşuyor… arada bir susuyor ve anladım diyor anladım… çok iyi anladım… ince ipince bir ipin üzerinde yürür gibi hareketleri düşmek ve düşmemek arasında gidip geliyor… biliyor ki düşse yine kendi kalkmak zorunda olduğu yerden… diz kapaklarına kendi kendine sürecek merhemini… kendi kendiyle konuşacak bir süre sonra…


tekin değil adam… terk etmek bileğindeki bir künye… terk etmediğini de terk ettiriyor zaten bir süre sonra… sahip olduğu tek şey yalnızlığı... iliklerine kadar…


tekin değil kadın… uzak kalmayı istemek kulağındaki bir küpe… hiç çıkarmıyor fi tarihinden beri… sahip olduğu son şey yalnızlığı… sonuna kadar sahip kalacağı…






vakit gecenin yarısını çoktan geçmiş… kalkıyorum koltuktan… önce perdeyi aralıyorum ne göreceğimi bildiğim halde sonra soğuğa inat pencereyi açıyorum… temiz ve sessiz bir hava giriyor içeri sinsice… gece gözlerini dikmiş üzerime buyur bakalım al sana yeni hikaye diyor bana… tekrar koltuğuma oturuyorum kalktığım yer hala sıcak… hoşuma gidiyor bu kendi kendime hala varlığımın kanıtını yapmak… odamdaki birkaç eşyadan en sevdiğim yer bu koltuk… yazıda geçen kadın ve erkeği bir şekilde birleştireceğim ilerleyen dakikalarda bunu biliyorum da nasıl yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yok… bahse konu olan tüm karşılaşmalar büyüsünü yitireli çok oldu nezdimde… hiç kimsenin, hiçbir şeyin, hiçbir nesnenin beni şaşırtmadığı zaman dilimindeyim artık… kader olabilecekken olması mümkünken senin elinde olmayan bir sebepten ötürü olayın gerçekleşmemesidir diyorum… veya olmasını düşünemediğin bir şeyin olma ihtimali bile zihninde yokken gerçekleşmesi… önce cümlemi tekrar ettiriyor sonra gülümsüyor bana kendince… kağıttan gülümsüyor bana… yazıp yazıp siliyorum… çok da yorma kağıdı diyor…


şimdi bu kadınla adamı karşılaştırma sahnesine yoğunlaşmak istiyorum … mümkün değil… aklım karışık… sanki daha evvel değildi… ne zaman geçti vakit anlamıyorum… az sonra yola çıkacağım… pencereden giren sinsi hava aydınlandı… güneş bugün çok sahte... bunu farkedebiliyor insan... keşke yağmur yağıyor olsaydı... o zaman bu iki yüzlülüğe gıkım çıkmazdı... fotoğrafın negatifi gibi… kendi var rengi yok…

1 Response to yok...

24/6/10 12:58

Şu betimlemelerin var ya, karnımı acıktırdı. O kadar gerçekci ki:)